Tuesday 6 December 2011

Nerde Kalmıştık...

Kasım ayı üst üste gelen ödevler, raporlar vs. yüzünden epey yoğun geçti benim için. O yüzden yerimden kımıldayamadım ve yazacak yeni bişeyler de olmadı dolayısıyla. Ama ödevleri tamamladıktan sonra epeydir aklımda olan Londra gezisini gerçekleştirmek için zamanım oldu ve attım kendimi yola.

Londra - Southampton arası iki saatlik bir mesafe. Cuma öğlene doğru yola çıktım ve öğlenden sonra Londra'daydım. İlk önce Hyde Park'ın kuzeyinde yer alan Paddington bölgesi'ndeki otelime yerleştim, eşyalarımı bıraktım. Sonra da hemen hayvani büyüklükte Hyde Park'a giriş yaptım. Hyde Park, Londra'nın göbeğinde bütün şehrin nefes almasını sağlayan, içinde bilimum sincap, kaz, börtü böcek bulunan bir kaç parktan biri. Bu parkı öyle bir kaç saatte tamamiyle gezmek mümkün değil, o yüzden sadece kuzeyden - güneye bir yol çizerek Royal Albert Hall'a kadar yürüdüm. 

Saat 4 gibi hava kararan İngiltere'de çoktan akşam olmuştu. Midemden de gelen seslere kulak vermem sonucu güzel bir yemek için pek çok restoranın olduğu Soho'ya gitmek için metroya gittim. Bu arada malum olduğu üzere, Londra metrosu dünyanın en eski metrolarından olması sebebiyle muazzam büyüklükte bir ağa sahip. Normal bilet alıp binmek çok pahalıya geldiğinden Londra'nın akbili diye tarif edebileceğimiz bir Oyster Card edindim kendime. Üç gün boyunca bütün ulaşımımı bu kartla hallettim. Sonuç olarak Soho'ya geldiğimde gördüm ki süper canlı, renkli, güzel bir muhit. Bizim Taksim bölgesini anımsatıyor. Yemek için kalabalık olan ama sıra olmayan bir mekan arayışım Banana Tree diye bir Vietnam - Tayland restoranında son buldu. Londra'daki ilk gün için güzel bir başlangıç yapmıştım ve bolca fotoğraf çekmiştim.


No comments:

Post a Comment